M. Şevket Eygi Efendi


bismillah

BismillahirRahmanirRahim

Ahirete inanan bunları yapmaz

Allah’a, Resulullaha, Kur’ana, ahirete, İslam’a gerçekten ve yürekten iman eden bir Müslüman devamlı olarak şu kötülükleri yapmaz:

YALAN SÖYLEMEK: Yalan söylemek Kitapla ve Sünnetle kesin olarak kötü görülmüş bir ahlâksızlıktır. Müslümanın istisnai olarak ayağı kayabilir ve ömründe birkaç kere yalan söylemiş olabilir. Buna tövbe etmesi gerekir, bu yalan yüzünden birilerine zarar vermişse af dilemeli, helallik istemelidir. Tövbe edip Allah’tan bağışlanmasını tazarru etmelidir. Hiç şüphe yoktur ki, yalan büyük bir günahtır.

HARAM YEMEK: Rüşvet almak ve vermek haramdır… Riba ve faiz gelirleri haramdır… Şeriata aykırı ticaret ve alışveriş haramdır… Şeriata aykırı rantlar haramdır… Şeriata aykırı komisyonlar haramdır… Din ve mukaddesat bezirgânlığıyla elde edilen bütün gelirler haramdır… Ahirete, Hesap Gününe, Cennete ve Cehenneme iman eden bir Müslüman, kesinlikle haram yemez. Hem iman ettim diyor, hem de mütemadiyen (devamlı olarak) haram yiyor. Haram kazançlarla zenginleşiyor, böyle bir kimsenin imanından şüphe edilir.

EMANETLERE HIYANET ETMEK: Bütün makamlar, mevkiler, memuriyetler, riyasetler, vazifeler, müdürlükler, şeflikler hep birer emanettir. Bu emanetleri ehil olanlara vermek gerekir. Resmî bir kuruma veya özel bir müesseseye bir eleman mı alınacak, aranacak birinci şart ehliyettir. Ehil olanı aramayıp da bu emaneti oğluna, damadına, akrabasına, arkadaşına, kendi cemaatinden veya partisinden olana, yandaşına vermek (bu sayılan kişiler ehliyetli ve liyakatli değilse) çok büyük bir günahtır. Bu anlattığım kötülük, bu zamanın Müslümanları arasında son derece yaygındır. Bu yüzden de, iki yakaları bir araya gelmemektedir. Emanete hıyanet edenlerin akıbetleri çok kötü olur…

LÜKS ve İSRAF: İsraf, Kitap ve Sünnetle haram kılınmış büyük bir günah, büyük bir kötülüktür. Beşer bazen şaşırır ve israf günahına batabilir. Şuurlu bir Müslüman devamlı olarak israf etmez. Zamanımızda “her şeyin en iyisi Müslümana layıktır” fetvasıyla birtakım kardeşlerimiz alabildiğine israf ediyor, alabildiğine lüks sergiliyor. Böyle bir şey Müslümana kesinlikle yakışmaz. İsraf ve lüks başka kötülükleri de davet eder: Gurur, kibir, başkalarını hor görme, benliğini putlaştırma… Bazı gafiller “Efendim biz zekâtımızı veriyoruz, ondan sonra istediğimizi yapabiliriz” diyorlar ve yanılıyorlar. Zekâtını vermesi, kulun israf etmesine yol açmamalıdır. Zekât da verse, zekât ötesinde bol bol hayır hasenat da yapsa, yine de israf etmemelidir. Zamanımızda bir kısım Müslüman zenginler gırtlaklarına kadar israf bataklıklarına batmışlardır. Bir örnek vereyim: Parası var, zekâtını da vermiş, lüks lokantaya gidiyor ve akıl almaz bir oburluk sergiliyor: Çorba, ana yemek öncesi mezemsi soğuk yemekler, birkaç içli köfte, paçanga böreği, yalancı dolma; ana yemek, ondan sonra tereyağlı bademli pilav, kaymaklı künefe, birkaç çeşit meyve… Allah aşkına soruyorum, vicdan sahibi, aklı başında bir Müslüman böyle fil gibi yemek yer mi? Bu memlekette milyonlarca insan maddî sıkıntı içinde yaşıyor. Allah’tan korkmak, kuldan utanmak gerekir. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz ne buyuruyorlar: “Müslüman bir mideyle yemek yer, kâfir yedi mideyle…” Be adam! Sen dilinle Müslümanım diyorsun, midenle kâfir gibi yemek yiyorsun. Bu yaptığın Müslümana yakışır mı?..

Kaç defa yazdım tekrarlıyorum: Dünyanın yüz büyük zengini listesinde yer alan, serveti 10 milyar doların üzerinde olan meşhur İKEA firmasının sahibi İsveçliye, bir gazeteci şöyle bir soru yöneltiyor, “Efendim, otomobiliniz biraz eski değil mi?”, İsveçli gülümsüyor ve “Hayır, eski sayılmaz, on beş senelik bir Volvo’dur” diyor… Birtakım Müslüman zenginlerin bu İsveçliden utanması lazım. Bırakın milyar doları, bizde birkaç milyon dolarlık nice küçük zengin, Nemrud ve Firavun gibi lüks bir hayat sürüyor.

* (İkinci yazı)

Çok Kimseye Yaranamam

BENDENİZ hiç kimseye demeyeyim ama çok kimselere yaranamam. Olumlu, faydalı, uyarıcı tenkitler yaptığım için niceleri benden nefret eder.

Mahlukatı razı etmek gibi bir derdim olmadığı için düşmanlıklardan, nefretlerden, sövgülerden (övgü vezninde) fazla rahatsız olmam.

Bazen büyük iftiralar ediliyor. 1969’da 350 bin dolar aldığım gibi… Bu iftiraları atanlara lanet ediyorum. İnanıverenlere de hakkımı helal etmiyorum.

Bu fakiri İslami kesimdeki bazı kişiler ve gruplar pek sevmez. Belli başlı özelliklerimden biri şudur: Türkiye’de, mensubu olduğu kesime karşı özeleştiri yapan belki de tek kişiyimdir.

Dine hizmet perdesi ardında din sömürüsü, mukaddesat bezirganlığı yapıyor… Onu tenkit ederim.

1970’lerde ucuz bir cihad edebiyatı yapıyordu. Sonra eline imkan ve fırsat geçti ve şimdi haram yiyici dev bir müteahhit oldu. Böylesini de tenkit ederim. (Bütün müteahhitler haram yiyor demiyorum… Helalinden çalışıp kazananları tenzih ederim.)

Vaktiyle bu düzen bozuktur, tuh kakadır diyordu, sonra eline fırsat geçti ve bozuk dediği düzenin haram ve necis nimetlerini domuzlar gibi yemeye başladı. Böylesini de, bir Müslüman olarak gözüm görmesin.

Türkiyeli bir Müslüman olarak aşağıda sayacağım şahısları ve zümreleri tenkit etmeyi, uyarmayı üstüme vazife ve borç bulurum:

Faiz ve riba yiyenler… Din yoluyla zengin olanlar… Halkı aldatanlar… Bozuk düzen/sistemle işbirliği yapanlar… Hubb-i riyaset (başkanlık) emeline ve ihtirasına sahip olanlar… İslami hizmetler ve faaliyetler için toplanmış paraları zimmetlerine geçirenler… Böyle paraların repolarını zimmetlerine geçirenler… Şu veya bu şekilde haram kazanıp haram yiyenler… Müslümanlarda Ümmet şuurunu köreltip onun yerine hizip, fırka, cemaat taassubunu ikame edenler… Müslümanların zekatlarını Kur’ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı olarak toplayıp ve yine aykırı olarak harcayanlar… Allah’a ve Peygambere saldırılınca ses çıkartmayıp, kendi din baronlarına saldırılınca kızılca kıyamet kopartan dengesizler…

Bazı ihlaslı din ve iman kardeşlerim haklı veya haksız sebeplerle bana düşmanlık ederler, dil uzatılırsa onlara hakkım helal olsun. Hasbeten lillah, muhlisen lillah dine, imana, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hizmet edenlerin ellerinden ve eteklerinden öperim.

Ücretini, ödülünü, mükafatını sadece ve sadece alemlerin Rabbinden isteyerek hizmet ediyor. Böylesinin kulu ve kölesi olurum.

Kendisinde Ümmet şuuru var, cemaat ve hizip asabiyeti yok. Ne mutlu ona!

Öncelikle fakir ve miskin Müslümanların hakkı olan zekatlara göz dikmiyor. Tebrik ederim öyle Müslümanı.

İyi Müslümanlar kötülükleri iyilikle uzaklaştıran olgun kimselerdir. Biz yanılsak, hata etsek, terbiyesizlik etsek onlar kesinlikle düşmanlık etmezler, sadece iyilik ederler, bağışlarlar.

Din sömürücülerinin imanlarından bile şüphe edilir. Onların dini imanı paradır, zenginliktir, benliktir.

Bendeniz hiçbir fazileti olmayan sade bir Müslümanım. Elim kalem tuttuğu müddetçe samimi, ihlaslı ve gerçek din hizmetkarlarını desteklemeye; münafık, sahtekar ve riyakar din sömürücülerini tenkide devam edeceğim.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim



Büyük insanların övgüye ihtiyacı yoktur… Merhum Necmeddin bey, her fani gibi doğdu, yaşadı ve ezelde takdir edilmiş vakt-i merhunu gelince vefat etti. Önemli olan, kişinin ömrünün ölümüne nasıl bitiştiği meselesidir. Geride kalanlar üzülür ağlar ama imanla ölen said Müslüman bayram yaparak gider ahirete.

Yadın da mı doğduğun zamanlar

Sen ağlar idin gülerdi alem

Bir ömür geçir ki, olsun

Mevtin sana hande, halka matem

Kimdi o ?.. Mü’mindi… Rab olarak Allah’tan, nebi olarak Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamdan, Kitab olarak Kur’andan, din olarak İslam’dan, şeriat olarak Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye’den razı olan ve yarın Mahkeme-i Kübra’da defterleri sağından verilecek olar kimseler, ne mutlu size, ne mutlu size!..

Bir Müslümanın en büyük rütbesi mü’min olmasıdır. Hiçbir makam, mevki, riyaset, sultanlık imandan üstün olamaz.

Dünya hayatındaki en büyük ticaret ve kazanç Allah için, Resulullah için, İslam ve Kur’an için, Sünnet ve Şeriat için hasbeten lillah ve muhlisen lillah çalışmaktır.

Merhum Necmeddin beyi nasıl biliriz? Mü’min miydi? Evet mü’mindi… Dinin direği olan beş vakit namazı kılar mıydı? Evet kılardı… Allah’ın inzal etmiş olduğu hükümlerle amel edilmesini ister miydi?.. Hiç şüphe yoktur ki, isterdi. Ecdadına bağlı bir Müslüman mıydı?.. Evet öyleydi…

Başka faziletleri var mıydı?.. Vardı… Çok azimli bir Müslümandı, hak bellediği yoldan dönmezdi. Azim neymiş, sabır neymiş insanlar ona bakıp öğrensinler.

Türkiye’nin son 50 yıllık tarihine damgasını vurmuştur.

Bu ülkede ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, esir, zenci statüsünde yaşayan Müslüman çoğunluğu uyarmış ve hak arama yoluna sokmuştur.

Vesayet rejiminin, içten sömürge sisteminin belini kırmıştır.

Milli siyasal İslam hareketinin kurucusu ve hocasıdır.

Bugünkü Cumhurbaşkanı onun talebesidir… Başbakan onun talebesidir… Devletin sivil ricalinin çoğu onun, şöyle veya böyle talebesidir.

Necmeddin beyin ülkemizde yepyeni bir çığır açmış olduğunu kim inkar edebilir?

Onun hayalinde ve hedefinde Büyük bir Türkiye vardı. Milli kimliğine ve kültürüne sımsıkı bağlı, kökünü maziden alan, kollarını istikbale uzatmış, İslam’ı iyi anlayan ve yorumlayan, çağı yakalamış büyük, zengin, müreffeh, ileri bir Türkiye.

Necmeddin beye gerici diyenin alnını karışlamak gerekir. Ondaki zeka ilerici ve çağdaş geçinen kaç kişide vardır? Zekasına ve çalışkanlığına Almanlar bile hayran kalmıştı. Kaç kişi onun yaşında profesör olabilmiştir?..

Necmeddin beye kalmış olsaydı Türkiye’nin şu anda Güney Kore’nin otomotiv sanayinden daha güçlü yüzde yüz milli ve yerli bir otomobil sanayii olurdu. Necmeddin beye fırsat verilmiş olsaydı Türkiye kendi uçağını yapabilirdi.

Necmeddin bey manevi gücünü hangi kaynaktan alıyordu?.. O, tarikat-i seniyye-i Nakşibendiyeye mensuptu. Muhammed Zahid Kotku hazretleri vasıtasıyla, ucu Resullerin Seyyidine ulaşan bir silsileye yapışmıştı.

Necmeddin bey şehir ve medeniyet kültürüne, görgüsüne, nezaketine sahip bir kimseydi. Kabalık yaptığı görülmemiştir. Oğlu, torunu yaşındaki gençlere bile itibar eder, onlara önem verirdi.

Dinine, ülkesine, halkına, devletine (düzene değil!) hizmet için çileli, arızalı, dikenli bir yol seçti ve çok acılar çekti.

Bendenize şahsen iyiliği dokunmuştur. Hadis-i şerifte “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükr etmemiş olur” buyruluyor. Yirmi yıldan beri Milli Gazete’de günlük fıkralar yazabilme imkan ve fırsatına sahip olduğum için kendisine teşekkür borçluyum. Bu yirmi yıl zarfında küçük de olsa bir hizmet edebildim mi? İnşaallah edebilmişimdir.

Dünya ve insanlar genelde vefasızdır. Dünyada, hele siyaset meydanında vefa aramak abesle iştigaldir.

Cenab-ı Hak rahmetiyle muamele buyursun. Evladına, torunlarına, yakınlarına, sevenlerine, Milli Görüş camiasına ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

Hayırlı bir insan için, halkın “Allah ona rahmet etsin” demesi ne büyük bir mükafattır.



 

Necmettin Erbakan, a Turkish Prime Minister, Dies at 84

By STEPHEN KINZER – NYTimes
Published: February 28, 2011

Necmettin Erbakan, the first Islamist prime minister of Turkey, whose attempt to turn his country away from the West led the military to depose him in 1997, died on Sunday in Ankara. He was 84.

Tarik Tinazay/European Pressphoto Agency

Necmettin Erbakan in 1998.

The cause was heart failure, said Dr. Tevfik Ali Kucukbas of Guven Hospital, where Mr. Erbakan had been in intensive care since mid-January.

During his turbulent year as prime minister, Mr. Erbakan boldly challenged Turkey’s secular dogma, vowing to create a pan-Islamic currency and rescue Turkey from “the unbelievers of Europe.” He embraced the religious government in Iran, allowed female civil servants to wear head scarves to work, and held Islamic feasts in the prime minister’s residence.

Yet Mr. Erbakan was also a consummate insider, always dapper in trademark Versaceties. He was among the last survivors of the political generation that ruled Turkey as it struggled toward democracy during the second half of the 20th century, a period punctuated by three military coups. He was often called Hodja, a term of affection accorded to religious teachers or wise men.

Like other political patriarchs of his era, he was a nationalist who bowed before the reality of military power. He had no sympathy for the demands of Kurdish nationalists who sought broadened cultural and political rights. Yet he repeatedly pushed for a greater role for religion in public life. His party was banned multiple times. After each shutdown, he reinvented and renamed it.

“He introduced political Islam to Turkey,” Sedat Bozkurt, a Turkish journalist, said in a televised interview on Monday. “However, the political Islam applied in Turkey differed from the others. One of its elements was Turkish nationalism.”

Among Mr. Erbakan’s most successful followers was the ambitious candy salesman Recep Tayyip Erdogan, who under his tutelage was elected mayor of Istanbul and is now prime minister. The men split politically, and Prime Minister Erdogan displaced Mr. Erbakan as the hero of Turkey’s devout.

“We will always remember him with gratitude as a teacher and a leader,” Mr. Erdogan said of Mr. Erbakan, who is survived by two daughters and a son.

Necmettin Erbakan was born on Oct. 29, 1926, in the Black Sea town of Sinop, home in antiquity to Diogenes the Cynic. Mr. Erbakan’s father, a judge, sent him to high school in Istanbul. He later compiled an outstanding record as an engineering student. He completed his doctoral work in Aachen, Germany, and worked in that country for several years, specializing in diesel engine design. His German remained fluent and lyrical.

In 1970, stung by the refusal of a center-right party to nominate him for a seat in Parliament, he formed his own political party, which advocated a return to religious values — not an obvious choice for the son of a civil servant. The party survived repeated closings and Mr. Erbakan’s several years of exile in Switzerland. Though the party never won nearly enough votes to put him in power, he emerged as a kingmaker. Twice in the 1970s he became deputy prime minister.

In the 1995 election, with the political scene atomized, Mr. Erbakan’s party, then called Welfare, finished first with 21 percent of the vote. After striking a coalition deal with another party leader who was eager to control corruption investigations, Mr. Erbakan became prime minister. He immediately began challenging the secular, pro-Western foundations of modern Turkey.

The last straw for his opponents may have been Jerusalem Night, when the Iranian ambassador, evidently with Mr. Erbakan’s permission, addressed an audience in the town of Sincan and roused it to a frenzy with lurid calls for fundamentalism and anti-Zionist struggle. Alarmed Turks began taking to the streets, marching behind protest banners reading “Turkey Is Secular and Will Remain So!”

After Mr. Erbakan had been in office for 12 months, military commanders, who consider themselves the ultimate guardians of Turkish secularism, decided to strike against him. They forced him out with a series of threatening memoranda listing his sins. He resigned on Feb. 28, 1997, ousted by what is widely described as Turkey’s only postmodern coup.

These events split the religious political movement in Turkey. A group of insurgents, accusing Mr. Erbakan of losing touch with a rapidly changing country, tried to wrest control of the party from him. When they failed, they quit the party; founded their own, calling it Justice and Development; and rocketed to national power.

Mr. Erbakan later became the target of corruption charges. In 2002 he was sentenced to two years and four months in prison on charges of “forgery of personal documents.” President Abdullah Gul, who was his foreign policy adviser during his ill-fated year in power, pardoned him.

Mr. Erbakan’s party withered into insignificance by clinging to old-style Islamism. His onetime follower, Prime Minister Erdogan, devised a more inclusive political formula that combined respect for religious belief with commitments to democracy, capitalism and Western alliances. That formula — a refined version of the one Mr. Erbakan developed nearly half a century ago — propelled Mr. Erdogan to power and has kept him there for nearly a decade.

Sebnem Arsu contributed reporting from Istanbul.

A version of this article appeared in print on March 4, 2011, on page A25 of the New York edition.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

Bendenize korkak diyen kardeşimize: Korkak olduğumu sanmıyorum. İnsanda kuvve-i gazabiye denilen bir boyut vardır. Bunun ifratı tehevvürdür, yani çılgınca öfkelenmek ve delice işler yapmaktır. Tefrit-i ise, cebanettir yani alçakça ve köpekçe susmak ve boyun eğmektir. Ortası, i’tidal hali ise şecaattir. Tehevvür ve cebanet mezmum (kötülenmiş) iki haldir, şecaat ise memduh (övülmüş, beğenilen) bir haslet ve huydur.

Bendeniz özel hayatında karınca bile ezmeyen halim selim bir insanım. 50 yıldır İstanbul’da gazetecilik yapıyorum. Başımdan çok sıkıntılar geçti. Bir ara Sultanahmet hapishanesinde yattım. 1969’da yurt dışına çıktım, altı seneye yakın bir müddet vatanıma dönemedim, gurbetlerde yaşadım. Pasaportumun müddeti bitti… Neler çektim.

1984’te yakalandım, Sağmalcılar cezaevine konuldum… Gerede cezaevi… Şile cezaevi…

Aleyhimde açılan davaların sayısını bilmiyorum. Avukatlarımdan rahmetli Ali Oğuz bey, af kanunu çıktıktan sonra dosyaların hepsini çöpe atmış. Keşke bana vermiş olsaydı da saklasaydım…

Defalarca evim, yazıhanem arandı. Evrakımın ve kitaplarımın bir kısmı çuvallara konulup alındı.

Kaç defa tutuklandım.

İstanbul’da iki günlük gazete çıkartıyordum. 12 Mart 1971 darbesinden sonra kukla Şalcı Nihat Erim hükümeti ve sıkıyönetim kumandanlığı iki gazetemi de süresiz olarak kapattı, iflas etmeme yol açtı.

Başımdan geçen bu hadiseler korkak olmadığımı ispata yetmez mi?

Bazı doğruları yazamamak korkaklık olarak tavsif edilmemelidir. Hikmet kaidesi şudur: “Söylediğin her söz doğru olmalı ama her doğruyu söylemek doğru değildir.”

Artık elimde, şu sütunlarda günlük yazılar kaleme almaktan başka bir imkan yoktur. Bana bu imkanı sağlayan Necmettin Erbakan beyefendiye teşekkür ediyor, kendisine sıhhat ve selamet diliyorum.

İslami kesimdeki büyük ve geniş hizmet imkanları şimdi birtakım cemaatlerin ve grupların elindedir. Onlar, genellikle kendilerinden olmayanlarla işbirliği yapmazlar. Allah’tan hepsine hayırlı başarılar dilerim. Başarı gibi gösterilen hayırsız işler için dua etmem. Hayırsız işler nelerdir?

(1) Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı işlerdir… (2) Sünnete aykırı işlerdir… (3) Şeriata aykırı işlerdir… (4) İslam ahlakına, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ahlakına aykırı işlerdir… (5) Hikmet-i islamiyeye aykırı işlerdir…

Birkaç örnek vereyim: Ramazanda beş yıldızlı lüks bir otelde hahamlar, patrikler, papazlar, monsenyörler ile birlikte israflı iftar ziyafetleri tertiplemek… İslam dinini, Kur’anı, Hz. Peygamberi inkar ve tekzip eden gayr-i müslimleri cennetlik ilan etmek… İslam düşmanı kafirleri dost ve veli edinmek… Zekatı Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayıp sarf etmek… Cemaat fanatizmi yapmak

Zamanın İmam’ı ve Emir’i kim ise açıkça ilan et diyenlere: Sanırım Mehdi-i ahir zamanın zuhuru ve hurucu yakındır. Ortaya çıkınca nazar ve basiret sahipleri görecek ve anlayacak, biat edecektir. Sapık mezheplere mensup bazı ulema Mehdi’yi inkar edecek ve ona karşı çıkacaktır. Bu dediklerim sahih haberlerle bildirilmiştir.

Bendeniz bu yazılarımla bu kadar hizmet edebiliyorum. Bizim yapamadığımız hizmetleri mürüvvet ve imkan sahipleri yapsınlar inşallah. Selam ve hürmetlerimle.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim



İSRAİL, Türkiye’ye ait Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırdı ve Türkiye vatandaşlarının kanını döktü. Türkiye haklı olarak tazminat ödenmesini ve özür dilenmesini talep etti. İsrail her iki isteğe de olumlu cevap vermekten kaçınıp durdu. En sonra İsrail başbakanı “Ne tazminat, ne de özür!..” diyerek kestirip attı.

Bu inadın sebeplerini araştırmamız gerekir.

Yahudiler kendilerini Allah’ın seçilmiş ve üstün kulları olarak görür, Yahudi olmayanları aşağılar. Bu onların inançlarıdır ve bunun tartışılmasından bir fayda çıkmaz. Onların bu özelliğini iyi bilmemiz ve bir realite olarak hep gözönünde bulundurmamız gerekir.

İsrail konusunu incelerken ilk sorumuz şu olmalıdır?

Bütün Yahudiler dindar Musevî midir?

Değildir. Şu anda İsrail nüfusunun yüzde 10’u veya 15’i dindar ortodoks Musevîdir. En az yüzde 85’i az veya çok, hattâ tamamen dinden kopmuştur. İsrail’de hayli ateist Yahudi de vardır.

Dindar Yahudiler de homojen bir yapıya sahip değildir. Çoğunluğu Siyonisttir ama Siyonizme karşı olanlar, hattâ İsrail devletini en büyük günah ve küfür olarak görenler bile vardır.

İsrail’de Sefarad Yahudiler çoğunluğu oluştururlar ama onlar ikinci sınıf Yahudidir, üstünlük Eşkenazlardadır.

Bugün Ortadoğu’da kalıcı, âdil, gerçek bir barış yapılmasının önündeki en büyük engel fundamentalist Yahudilerdir. Onlar Nuh der, peygamber demezler. Onlara göre, Yahudi olmayan insanlar Yahudilere hizmet için yaratılmıştır. Yahudiler, Allah’ın has kullarıdır, gayr-i Yahudiler (goim) ikinci sınıf kullardır.

Bugünkü şekliyle Musevîlik ırkçı bir dindir.

Maalesef üçüncü dünya savaşı Ortodoks Siyonist Yahudiler yüzünden çıkacak, yeryüzü harap olup yangın yerine dönecek, büyük sayıda insan ölecek, insanlık taş devrine geri dönecektir.

Yahudilerin, Ortadoğu’nun ve dünyanın selameti Naturei Karta hahamlarının görüşlerini kabul etmekle mümkün olur.

Naturei Karta hahamları ne diyor?

1. Siyonizm ideolojisi ve İsrail devleti gerçek Tevrat’a, gerçek Musevîliğe aykırıdır ve küfürdür.

2. İsrail devletinin, Beklenen Mesih’in gelmesinden önce kurulmuş olması çok büyük bir günahtır.

3. İmanlı bir Musevi İsrail devletine, onun kanunlarına itaat etmemeli, onun ordusunda askerlik yapmamalı, ona vergi ödememelidir.

4. Filistin ülkesi Filistinlilerindir.

5. İsrail devleti kaldırılmalı, orada Filistinlilerin izin verdiği kadar Yahudi bırakılmalıdır.

6. Böyle yapılmadığı takdirde Yahudilerin başına büyük felaketler gelecektir.

Keşke Siyonist Yahudiler, Yahudi olmadıkları halde Siyonizme hizmet eden gayr-i Yahudiler, İsrail yöneticileri Naturei Karta hahamlarının uyarılarına kulak verseler de, hem Yahudileri hem de insanlığı büyük bir felaketten kurtarsalar.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

SİYONİSTLER, Haçlılar, Emperyalistler, global kapitalizm sömürgeciliğinin derin planlarında Türkiye ile İran arasında savaş çıkartılması vardır.

Türkiye ile İran Ortadoğu’da rakiptir, Sünnîlik ve Şiîlik uyuşmaz ve bağdaşmaz ama bu savaş kesinlikle çıkmamalıdır.

Türkiye ile İran tezelden çok sağlam bir saldırmazlık paktı imzalamalıdır.

Siyonistler ve emperyalistler İran ile Irak’ı sekiz sene çarpıştırdılar da ne oldu? Milyonlarca Müslüman öldü, yaralandı, sakat kaldı… İki ülke de harap oldu. Beşyüz milyar dolar israf edildi.

Böyle bir felâketin Türkiye İran savaşında tekrar yaşanmasından Allah bizi korusun.

Bütün ihtilaflara, bütün rekabetlere, bütün anlaşmazlıklara rağmen iki İslâm ülkesi savaşmamalıdır.

Türkiye ile İran’ın savaşması İslâm’ın, her iki ülke halkının ve devletinin, insanlığın, dünyanın aleyhinde olur.

Sünnilik ve Şiîlik birleşmez ve uyuşmaz. İhtilâflı meseleler dondurulmalı ve tartışılmamalıdır. Bu konuda Sünnî ileri gelenleri ile Şiî ileri gelenleri (taqiyyesiz) bir protokol hazırlayıp imzalamalıdır.

Bizim müşterek düşmanlarımız (ırkçı ve agresif) Siyonizm, agresif Haçlılık ve Evangelizm, emperyalizm, global kapitalizmdir. Bunları sevindirmeyelim. Bunlara fırsat vermeyelim.

Ortadoğu’nun iki büyük devleti savaşırsa BOP planlarına göre ikisi de bölünecek, ortaya en az yarım düzine fantoş devlet çıkacaktır. İslâm düşmanı emperyalistlerin istediği de bu değil mi?

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

Dinsizin, ateistin kalitelisi olur mu?.. Dinsiz ve ateist, Müslümanın nazarında kötüdür ama onların da kalitelisi olabilir.

Bu memlekette dinsiz ve ateist var mı? Elbette var. Miktarları ne kadar? Sayıları büyük değil ama bazıları çok okumuş, hayli kültürlü ve ağırlıkları var.

Dinsiz ve ateist (negatif de olsa) kaliteli olursa ne olacak?..

Çok olumlu şeyler olur.

Kaliteli dinsiz veya ateistte adalet ve insaf duygusuz olacağından, Müslüman çoğunluğun temel insan haklarına karşı çıkmaz, aksine onların haklarından ve hürriyetlerinden yana çıkar.

Kaliteli dinsiz ve ateist üzerinde yaşadığı vatanın, içinde yaşadığı halkın dirliği, selameti, huzuru, barış içinde yaşaması, uzlaşı içinde bulunması için çalışır; bu saydığım değerleri berhava etmez.

İngiltere’de, Norveç’te, İsveç’te kaliteli dinsizler ve ateistler var. Onların, insanların en temel hak ve hürriyetinin din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti olduğunu biliyor, bunu kabul ediyor ve bu hak ve hürriyete aykırı tutum sergilemiyor.

Dikkat buyurunuz, “Kaliteli dinsiz ve ateist” dedim, hepsini kasd etmedim. Kalitesiz olanlar elbette adalete, insafa, sosyal barış ve mutabakata aykırı fikirler ileri sürebilir, işler yapabilir.

Türkiye’nin adalete kavuşması, selamet bulması, felaha erişmesi için bütün kesimlerinin düzelmesi, vasıflı olması, medenî olması gerekir.

Tabiî ki öncelikle çoğunluğu oluşturan Müslümanlar vasıflı olacaktır.

Şöyle bir Türkiye düşünelim:

Sünnîler kaliteli, Alevîler kaliteli. İki kesim can ciğer… Farklılıklara rağmen gül gibi geçinip gidiyorlar.

Sağcılar kaliteli, solcular kaliteli.

Dinciler kaliteli, laikler kaliteli.

Herkes kaliteli.

Kalitesizler, aşırılar, mutassıplar (bağnazlar) azınlıktalar, marjinaller ve ağırlıkları yok.

Böyle bir Türkiye’de bugün olduğu gibi fitne fesat olur mu? Elbette olmaz.

Ordunun üst/kurmay tabakası kaliteli olursa hiç darbe planı ve teşebbüsü yapılabilir mi?

Bu ülkenin insanları nasıl kaliteli/vasıflı olabilir?

Bu iş önce eğitimle olur. Sonra, halk üzerinde dehşetli etkisi olan medya ile olur. Âile terbiyesi ile olur.

Müslümanları en fazla hangi kurum kaliteli ve olgun hale getirir?Tarikatlar?.. Hangi tarikatlar?.. Gerçek ve doğru tarikatlar… Tarikatlar gerçek olmayanı, bozuğu var mıdır?.. Elbette vardır.

Bugün Türkiye’de kanunen tarikatlar yasak mıdır? Evet yasaktır ama fiiliyatta yasak değildir, göz yumulmaktadır.

Masonluk nasıl serbestse, İslam tarikatları da serbest bırakılmalıdır. Serbest dedim, başıboş demedim. Tarikatların zabt u rabt altına alınması şarttır.

Tarikat şeyhlerinin hepsinin geçerli icazetleri ve ehliyetleri olmalıdır.

Tarikatlarda para toplama olmamalıdır.

Holding gibi tarikatlar olmamalıdır.

Tarikatlar siyasete karışmamalı, siyasetin üzerinde olmalıdır.

Tarikatlar Şeriatın sınırları için İslamî ve insanî faaliyet yapmalıdır.

Tarikat dedim ya, birtakım Vehhabîler yine öfkelenip saldıracaklardır. Vehhabîler tasavvuf ve tarikata şirk ve küfür damgasını vururlar. Tarikatlar, tekkeler, zâviyeler, toplu zikir bir Türkiye’de, bir de Suudî Arabistan’da yasaktır.

Türkiye coğrafyasına İslam tarikatla gelmiştir… Tarikatla yayılmıştır… Tarikatı yasaklarsanız İslamî gelişme durur ve bugünkü gibi bin türlü kötülük, fitne fesat çıkar.

Tekrar ediyorum: Rasgele tarikat ve tasavvuf değil, Kur’anın zahirine, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun ve mutabık tarikat ve tasavvuf.

Ahmed Yesevîlerin, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibendîlerin, Mevlânaların, Abdülkadir Geylanîlerin, Ahmed er-Rufaîlerin, Hasan eş-Şâzelîlerin, Hacı Bayramı Velilerin, Akşemseddinlerin, Şabanı Velilerin, Aziz Mahmud Hüdaîlerin, İmamı Rabbanîlerin, Ubeydullah Ahrarların ve diğer pîrlerin, mürşidlerin, büyüklerin (kaddesAllahu esrarehum) velilerin tasavvufu…

Bugün Türkiye cadı kazanına dönmüştür. Toplumun bir kısmı sanki çıldırmıştır. İslamî kesimde bin türlü teseyyüb (kötülük) ve kokuşma müşahede edilmektedir. Bunlar nasıl izale edilecektir? Bunlar nasıl ıslah edilecektir?..

Düzelme ve ıslah ancak tasavvuf ile olur. Gerçek tasavvuf, doğru tasavvuf ile… Maalesef o da yasak.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

Müslüman kin tutmaz. Kini olanın dini yoktur denilmiştir. Müslüman merhametlidir.

Müslüman tecessüs etmez, yâni başkalarının gizli ayıp, günah ve kusurlarını araştırmaz.

Müslüman kendi günahları ve ayıpları için üzülmekten, başkalarınınkileri görmeye vakit bulamaz.

Müslüman gıybet etmez.

Müslüman kovuculuk etmez.

Müslüman lâf taşımaz.

Müslüman ara bozmaz.

Müslüman fitne ve fesat çıkartmaz.

Müslüman gerçek din alimlerini, gerçek fakihleri, gerçek şeyhleri, mürşid-i kâmilleri sever, onlara saygı gösterir ama onları asla erbab haline getirip putlaştırmaz.

Müslüman cemaat, hizip, fırka fanatikliği ve militanlığı yapmaz.

Müslüman komşularının meleğidir. Komşusunun kurdu olanın Müslümanlığı şüphelidir.

Müslüman affeder, bağışlar.

Müslüman, din kardeşinin ayıp, günah ve kusurlarını örter ve gizler.

Müslüman mürüvvetlidir, sokakta, meydanda, çarşı pazar içinde herkese göstere göstere yemez içmez.

Müslüman gururlu ve kibirli olmaz.

Müslüman mütevazıdır. Alçak gönüllüdür.

Peygambere (salat ve selam olsun ona) dil uzatılınca susup, kendi din baronuna laf edilince ortalığı velveleye veren kişi doğru ve kâmil Müslüman değildir.

Müslüman, hakkı olmadığı halde zekat alarak fakirlerin ve miskinlerin haklarına tecavüz etmez.

Müslüman diliyle ve eliyle Müslümana eza etmez, zarar vermez.

Müslüman yalan söylemez.

Müslüman emanetlere hıyanet etmez.

Müslüman rüşvet almaz, rüşvet vermez.

Müslüman haram yemez.

Müslüman saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemez.

Müslüman başkalarının analarına, karılarına, bacılarına, kızlarına kötü gözle bakmaz.

Müslüman israf etmez.

İyi Müslüman eşittir iyi insan eşittir iyi vatandaş.

Müslümana iyi bakan onda İslam’ın güzelliklerini görür.

Müslümanda Kur’anın, Sünnetin, fıkhın, Şeriatin nurları parıldar.

Müslüman abusü’l-vech değildir, güler yüzlüdür.

Müslüman muhabbet ehlidir, nefret ehli değil.

Müslüman delice öfkelenmez.

Müslüman haksızlık karşısında dilsiz şeytan gibi susmaz.

Müslüman, Allahın kendisine nasip ettiği nimetleri paylaşır.

Müslüman para ve mal aşığı değildir.

İyi bir Müslümanı görenin içi açılır.

Müslümanlar derece derece, tabaka tabakadır: Mânevî bakımdan en üstün Müslüman.

Olgun ve sâlih iyi Müslümanlar.

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) vekili, vârisi, halifesi durumundaki örnek ve model Müslümanlar.

Orta Müslümanlar.

Bozuk Müslümanlar.

Müslüman görünen münafıklar.

YâRabbi!.. Cümlemizi ıslah eyle…

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

1970’li yıllarda haftalık BÜYÜK GAZETE’yi yayınlamaya başladığımda okuyucularıma “Övgü mektuplarınızı çöp sepetine, tenkit mektuplarınızı posta kutusuna atınız” demiştim. (O zaman e-mail, cep telefonu falan yoktu, iletişim genellikle mektupla sağlanırdı. Şehrin birçok yerinde PTT’nin içine mektup atılan posta kutuları vardı…)

Hep aynı fikirdeyim…

İnsana övgülerden yarar değil, zarar gelir.

Bana biri mücahid dese, ben de buna inansam ve sevinsem, ayıp ve gülünç olmaz mı?

Tenkitler faydalı ve yapıcı olmak şartıyla çok yararlıdır.

Lakin bu devirde, bazı Müslüman vatandaşlar tenkit konusunda yapıcı olamıyor.

Beğenmediği bir fikir ve görüş olunca hakaret ediyor.

Bu ise büyük bir kemalsizliktir.

Hattâ bazı Vehhabiler çok ileri gidip, birtakım Müslümanlara müşrik ve kafir diyor.

Faydalı ve olumlu tenkitlerin şartları vardır:

1. Hakaret etmeyecek.

2. İmanına, dinine dahl etmeyecek.

3. Selamdan sonra kelam edecek.

4. Tenkit ettiği kimse kendisinden büyükse câhil de olsa hürmet edecek.

5. Küçük biriyse şefkatli ve merhametli bir üslupla tenkit edecek.

6. Kırıcı ve vurucu olmayacak.

7. Delilli ve gerekçeli tenkit edecek.

8. Muhtelefün fih (ihtilaflı, çeşitli yorumlara konu olmuş) mevzularda taassub göstermeyecek.

Bazılarının dikkatlerini şu hususa çekerim:

İsim vermeden “Namazın farziyetini inkar eden kafir olur” demek caizdir ama kimlik göstererek, isim vererek bir kimseye “Sen namazı inkar ettin, öyleyse kafirsin” denemez. Niçin denemez?

(1) Müdafaa (savunma) hakkı kutsaldır. Önce adamı sorgulamak gerekir. Sen böyle bir şey dedin mi?

(2) Bir insanın küfrüne hüküm verebilmek için gerçek-icazetli bir müftünün geçerli fetvası lazımdır.

(3) Sadece fetva ile de bitmez. Salahiyetli ve vazifeli kadı’nın (İslâm hakiminin) bu fetva üzerine dayanan şer’î bir ilam (mahkeme hükmü) vermesi de gerekir.

Bu devirde birtakım cahiller ve sorumsuzlar isim vererek, kimlik beyan ederek kafirdir, müşriktir diye işkembeden hükümler veriyor. Ne korkunç bir anarşi!..

Bendeniz kendimi iyi, faziletli, sâlih birMüslüman olarak görmem ve göstermem. Lakin mü’min ve Müslüman olduğumda şek ve şüphe yoktur. Bağlı olduğum Mâturidî itikadına göre bir Müslümana “Sen mü’min misin?” diye sorulursa cevab olarak “Hakka (elbette, kesin olarak) Müslümanım” demesi gerekir. Bu konuda şüphesi olmak caiz değildir.

Bazı muhterem din kardeşlerimizden rica ediyorum. Tenkit etsinler, lakin bu tenkitleri faydalı, olumlu ve itidalli olsun. Selam versinler, hayır dua etsinler. Yanlışımız varsa delilli ve gerekçeli olarak doğrultsunlar “Sen müşriksin, sen kafirsin” gibi laflar tenkit değildir.

Bir de şunu unutmasınlar: Bendeniz itikad konularında Mâturidî, fıkıhta Hanefî olan nâçiz bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Şeriat çizgisinde olmak şartıyla tasavvufa ve tarikatlara taraftarım. Vehhabîliğe, mezhepsizliğe, telfik-i mezahibe, Fazlurrahman mezhebine, reformculuğa, Afganî cereyanına karşıyım.

Evet tekrar ediyorum: Yapıcı, delilli, gerekçeli, edeb ve terbiye dahilinde, kardeşlik bağlarını kopartmadan yapılan tenkitler yararlı olur.

Bir mü’mini tekfir edenin kendisi kafir olur.

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

BÜYÜK gazeteler, büyük televizyonlar… Orta gazeteler, orta televizyonlar…Binlerce küçük gazete, yüzlerce mahallî televizyon…

Hergün binlerce haber, yorum, köşe yazısı… Yüzlerce iddia…

Gırtlağımıza kadar enformasyon… Boyumuzu aşan dezenformasyon…

Dinciler dinsizler… Sağcılar solcular… İlericiler gericiler…Şucularbuculur… Masonlar, cemaatler, tarikatlar, klikler, baskı grupları, çeteler meteler…

Kripto Yahudiler Kripto Ermeniler…

Böyle bir ortamda gerçekleri nasıl öğreneceğiz?

Sağlam ve doğru haber ve yorumlar ile dezenformasyon haberlerini ve yorumlarını nasıl ayırt edeceğiz?

Bu kargaşa içinde ülkenin gerçek gündemini nasıl tesbit edip bileceğiz?

Kendimizi yalanlardan dolanlardan nasıl koruyacağız?

Manipülasyon tuzaklarına nasıl düşmeyeceğiz?

Medyatik kasırgalar içinde sağa sola savrulup duruyoruz.

Keşke âdil bir kurum olsa da her gün, okunması gereken 25 makale, köşe yazısı, haber ve yorumun listesini yapsa.

Bendenizin televizyonu yok, o cepheden kendimi biraz koruyabiliyorum.

Gazete de okumam…

Dış dünya ile ilişkim internet siteleriyledir. Bir iki saat siteden siteye dolaşıyorum, kafam allak bullak oluyor.

Böyle bir iletişim ortamında ehemm (en önemli) ile mühimmi ayırt etmek çok ama çok zor.

Olup bitenlerin iç yüzünü öğrenmek çok zor.

Dönen dolapları öğrenmek çok zor.

Aydınlanmak çok ama çok zor.

İçinde yaşadığımız devir kafa/zihin karışıklığı devridir.

Hürriyet varmış. Pöh!..

bismillah

BismillahirRahmanirRahim

Sultan Abdülhamid’in yakınlarından Suriyeli Rufaî şeyhi Ebu’l-Huda es-Sayyadî hazretlerinin Qiladatü’l-Cevâhir adlı kitabında anlatılan bir menkabe hepimizi derin şekilde düşündürmelidir.


“Zamanın gavsı olan Ahmed er-Rufaî hazretleri işitmiş ki, bir köpek uyuz hastalığına yakalanmış, aç ve sefil kalmış, bakımsızlıktan gözleri neredeyse kör olmuş, insanlar ondan iğrendikleri için şehrin kenarındaki bir yere atmışlar… O devirde yaşayan insanların manevî derece ve rütbe bakımından en üstünü olan Rufaî hazretleri hemen köpeğin olduğu yere gitmiş. Hava sıcakmış, ilk iş ona bir gölgelik yapmış. Sonra yanında getirdiği yiyeceği ve suyu hayvancağıza vermiş. Hayvanın hasta cildine bizzat eliyle merhem sürmüş. Oraya gidip gelerek zavallı hayvanı tedavi etmiş, yıkamış, beslemiş. Köpek kendine gelmiş, gözleri de düzelmiş.”


İslam rahmet ve merhamet dinidir. Müslüman merhametlidir.
Biz bir merhametsizlik ve gaddarlık devrinde yaşıyoruz.


Hatırlıyor musunuz, mübarek Ramazan’da İzmir’de bir üniversite talebesi zavallı bir kedi yavrusunu tekmeleyerek öldürmüştü.
Toplumdaki merhametsizlik beni dehşete düşürüyor.


Hani Müslüman bir yazar vardı. Yaşı kemale gelmişti. Şeytana uydu, küçük bir kız çocuğunu tâciz etmekten tutuklandı ve hapse atıldıydı. İyi günlerinde ona ağabey, üstad diyen, yazılarını alkışlayan Müslümanlar ondan hemen yüz çevirdiler.


Şeytana uymuş, yanlış bir iş etmişti ama eski dostlar ona hiç acımadılar, rahm etmediler. Dinsiz darbe vurdu, dindar darbe vurdu.


Bugünün Müslümanları Şeyh San’an hikayesini okumamışlar…
Hepimiz beşeriz, hepimiz günah işler, hatâ ederiz.


Gerçek ve olgun Müslüman odur ki, kendi hatâ ve ayıplarına bakıp onlar için üzülmekten başkalarınınkini göremez.


Hak celle ve ‘alâ hazretleri “Rahmetim gazabımı geçti” buyuruyor.
İslam’ın hikmetli prensiplerinden biri de “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” düsturudur.


Müslümanların vazifesi, din kardeşlerinin ayıp ve günahlarına karşı karanlık gece gibi olmaktır.


Eskiden odaların, salonların duvarlarına “Ah mürüvvet” levhaları asılırmış.


Ah merhamet, ah merhamet…

« Previous PageNext Page »